Geçmişte Gelecek Var Diyenler
 
Topluluk Sahipleri
Topluluk Açıklaması
Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler ve Etik Dersi Topluluğu. Kısa ad: GeçGev'dir
 

En beğenilenler

Yağız Fatih Nazlıer 21 Kasım 2019 Perşembe 13:27
Yağız Fatih Nazlıer
N19132887
Yüksek Lisans Öğrencisi
TAR 652 Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler Araştırma Etiği
Tarihsel Bir Etik İhlal Örneği

Enformasyonel Giriş

Veri en temel anlamda bilgi demektir. Bu bilgi bir araştırmanın ana unsurudur. Veri olmadan herhangi bir araştırma yapmamız mümkün değildir. Bilgi çağına girmemizle beraber günümüzde her saniye hatta milisaniyede yeni bir veri ortaya çıkmaktadır. Bu veriler bir ağ “network” yapısının temelini oluşturmaktadır. Castells’in tanımlamasıyla Bilgi çağıyla beraber artık ağ toplumu öne çıkmaya başlamıştır (Castells, 2008, 25). Oluşturulan yeni veriler depolanmakta, aktarılmakta ve analiz edilmektedir. En basit anlamda bir örnek verecek olursak, günümüzde internet ağına bağlı bir cihazda “pizza” kelimesini arattığımızda karşımıza belirli bir süre boyunca pizza reklamları çıkmakta, cep telefonumuza pizza ile ilgili kampanya mesajları gönderilmektedir. Bu bir veri toplama ve analiz etme sürecidir. Bu veri miktarı her geçen gün artmaktadır. 2012 yılında yapılan bir araştırmaya göre 24 saat içerisinde dünya genelinde 2.5 kentrilyon byte veri üretilmektedir. Bu verinin 10 yıl içerisinde şimdiye kadar toplanan verinin 44 katına ulaşacağı düşünülmektedir (Özer, 2019, 5).

Tarihçi-yazar Yuval Noah Harari’nin bir konuşmasında değindiği üzere veriler dünyanın en aktif unsurlarından biridir. Tarihsel sürece baktığımız zaman Orta Çağ’da en önemli unsur topraktır. Sanayi Devrimi ile birlikte en önemli unsurlar makineler olarak yerini almıştır. Günümüzde ise en önemli unsurlar verilerdir. Harari’ye göre bu veri tabanlarının az sayıda kişinin elinde toplanmasını engelleyemezsek dijital diktatörlük ortaya çıkacaktır (Harari, 2018). Biz tarihçilerin kullandığı birincil kaynaklar, ikincil kaynaklar, arkeolojik, antropolojik buluntular, genetik veriler, fotoğraflar, müzikler ve atıflar gibi birçok unsur bizim için bir veri kaynağıdır. Bu veri kaynağı artık o kadar çok artmıştır ki bir nevi bilgi karmaşasının içine girmiş bulunmaktayız. İşte bu durumda bu kadar büyük verilerden nasıl anlamlar çıkartacağımız hususunda bize yol gösteren teknoloji yapay zekâ temelli analiz araçlarıdır. Bunlardan bir tanesi de metin madenciliğidir. Özellikle biz tarihçiler metin madenciliğinden yararlanarak hem zamandan kâr edip hem de beşerî olarak oluşabilecek hataları minimuma indirgeyebiliriz. (Acun, 2017, 27-28).

İntihal Nedir?

İntihal kelimesine etimolojik olarak baktığımızda Arapça kökenli “nahl” kelimesinden türemiştir. Nahl bir kimsenin sözüne dayanmak anlamına geldiği gibi, birisinin şiirini veya bir sözünü benimseme gibi anlamlara gelir. İntihal ise infial babından “nahl” kelimesinin türetilmiş halidir ve kaynak göstermeden, o sözü veya bilgiyi herhangi bir izin olmadan alıp kişinin kendisinin gibi göstermesi anlamına gelmektedir (Sami, 2014, 171). Kelime Latince plagiarius/ plagium yani çalma/aşırma anlamına gelmektedir. Ana kökeni daha çok alt sınıf, yani köleler olarak adlandırılan sınıfın yaptığı hırsızlıkları belirtmek için kullanılan plagiarus sözcüğünden türemiştir (Demirel, Erol, Saraç, 2011, 20).

İntihal’in birçok çeşidi bulunmaktadır. Bunlardan öne çıkanları kısaca bahsedecek olursak, ilk olarak bilgi alınan kaynağa yeterli atıf vermezsek etik intihal yapmış oluruz, ikinci olarak oluşturduğunuz bir paragrafı birden çok kaynaktan almanıza rağmen oraya tek dipnot verirseniz yine etik intihal yapmış olursunuz. Üçüncü olarak kopyalama gelmektedir, yazar başkasından gördüğü bilgiyi direk kopyalayıp kendi çalışması gibi gösterirse bu en büyük etik ihlallerden birisini yapmış olur. Dördüncü hususa baktığımızda ise başka sözcükler kullanarak bir kimsenin verisini/metnini aşırma gelmektedir. Bu genellikle cümlenin öznesini ve yüklemini değiştirip veya eş anlamlı kelimeler kullanıp gerçekleştirilen etik intihaldir. Genel anlamda etik intihaller bu çerçevede gerçekleşmektedir (Demirel, Erol, Saraç, 2011, 28-31). Peki insanlar neden intihal yapar? sorusuna geldiğimizde ise belirli cevaplar karşımıza çıkmaktadır. Bir öğrenciyi/bilim kadamını ele alırsak en başta intihal yapma sebebi bunu bilmiyor olmasıdır, yani bu konuda yeterli eğitimin verilmemiş olmasından kaynaklanır. İkinci olarak ise günümüzde daha çok rastlanılan belirli unvanları alabilmek için niteliksel değil niceliksel olarak yazılan akademik yazılar karşımıza çıkmaktadır. Farazi bir örnek üzerinden anlatırsak, bir kişi doçentlikten profesörlüğe yükselmek istediğinde 25 tane eser vermesi gerekmektedir. Bu durumda kişi hızlı bir yükselme talep ettiğinden dolayı etik intihal yapması kaçınılmaz bir hale gelmektedir. Üçüncü olarak yine aynı anlamda fazla eser yazıp kurumlardan teşvik ödenekleri almak için bilim kadamları etik ihlal yapmaktadırlar. Dördüncü ve son olarak çoğu bilim insanı çok fazla yayın yapınca kendilerinin saygınlığının artacağını düşünmektedir. Ama bu tamamen yanlış bir düşüncedir. Bilim kadamları bir eser ele alırken öncelikle o eserin niteliğini öne çıkarması gerekmektedir. Zaten bir eserin niteliği o esere yapılan atıf sayısıyla anlaşılmaktadır. Tabi bu hususta da günümüzde etik olmayarak birbirlerine karşılıklı atıf yapan bilim kadamları bulunmaktadır. Hülâsa bu ders kapsamında öğrendiğimiz üzere bir yazı etik değilse bilimsel değildir (Ertekin, Berker, Tolun, Ülkü, 2002, 40-41).

Dipnot ve Tarihsel Gelişimi

Dipnot, bir metnin içinde geçen bilginin sayfanın alt kısmına veya çalışmanın sonuna konulan açıklamalar veya kaynak bilgileridir (TDK,2019). Dipnot vermek en basit anlamda yazarın hakkını teslim etmektir. Bilim kadamları dipnot sistemini kullanarak okuyucuyu yönlendirmekte, yani okuyucu ile kaynak arasında bir bağlantı kurmasına yardımcı olmaktadırlar. Bu bağlantı aynı zamanda kaynağa doğru giden süreçte bir nevi “blockchain” gibi bir bağlantı kümesi oluşturmaktadır. Bu bağlantılar ortak bir bilgi düğümü meydana getirip yeni bilgilerin oluşturulmasına da yardımcı olmaktadır (Acun, 2015, 53).

Dipnotlar yazar ile okur arasında meydana getirilen bir iletişim sistemidir. Bu sayede hem yazarın güvenilirliği artar hem de aslında yazarın kendi görüşünü kanıtlamasında eşsiz bir destek sağlar. Bu durumu Grafton çok güzel bir örnekle açıklar: “Diş hekiminin matkabının kuvvetli vızıltısı gibi, tarihçinin sayfasındaki dipnotun gürültüsü rahatlatır” (Grafton, 2012, 6). Peki dipnot sadece kaynak vermek için mi kullanılır? Diye sorduğumuz zaman aslında hayır cevabını alırız. Dipnotlar ile bilim kadamları aynı zamanda yorumlar, bildiriler yapabilir ve okuyucuya şunu oku gibisinden yönlendirebilir. Bunların hepsi dipnotun iki ana fonksiyonu olan ikna ve ispat etmeyi sağlamada yardımcı olmaktadır (Acun, 2011, 62-63) (Bowersock, 1984, 54). İnceleyeceğimiz intihal örneği tarihsel bir örnek olduğundan dolayı dipnotun tarihine de bakmamız gerekmektedir. Grafton’a göre ilk dipnotun tarihi beşinci yüzyıla kadar uzanmaktadır. Bir hukuk dersine ait notlarda sadece kitap ve bölüm şeklinde değil bunun yanında sayfa numaraları ile referans verilmiştir. Bu şimdiye kadar ki süreçte rastlanan ilk dipnot örneğidir (Grafton, 2012, 29). Bundan daha eski örneklerde vardır fakat onlara ne kadar dipnot anlamını yükleyebiliriz tartışma konusudur. Metin içerisinde açıklamalar şeklinde verilen bilgilerin kaynağı Hristiyan ve Yahudi kaynaklarında 2400 yıl öncesine Müslüman kaynaklarında ise 1400 yıl öncesine kadar dayanmaktadır. Ama bu bizim tarihsel çerçevede daha çok şerh ve haşiye şeklinde gördüğümüz metnin daha iyi anlaşılması için yapılan açıklamalardır. Dipnotların yapı bakımından tarihsel sürecine baktığımızda ise ilk olarak metnin içerisine entegre edilmiş olarak yazılan dipnotlar bulunmaktaydı. Bu bizim özellikle Osmanlıca belgelerde sıklıkla gördüğümüz derkenar şeklinde de olabilmekteydi. Ama Grafton’un söylediği üzere “ilave açıklamanın hiçbir geleneksel biçimi tarihsel dipnot ile özdeş değildir” (Grafton, 2012, 29). İkinci olarak metnin altında daha sonra da tekrar metnin içinde parantez olarak verildiği görülmüştür (Acun, 2015, 57).

Dipnotun tarihsel gelişimi çerçevesinde devam edersek, 5. Yüzyıl örneğinden sonra özellikle 12. yüzyılda Bologna Üniversitesi başta olmak üzere üniversitelerin oluşumuyla beraber Orta çağ bilim kadamları sadece hukuk alanında değil aynı zamanda diğer alanlar için de atıf sistemleri geliştirmeye başlamışlardır. Süreç bu şekilde ilerlerken modern anlamda kullandığımız dipnot sistemine/modeline yaklaşan ilk dipnot 1700 civarında Pierre Bayle’nin “Tarihsel ve Eleştirel Sözlük” adlı eserinde verilmiştir. Bundan yaklaşık 10 yıl sonra ise dipnotların günümüzdeki kullanımının ilk örneği 1710 yılında Jonathan Swift’in “A Tale of a Tub” adlı eserinde karşımıza çıkmaktadır (Grafton, 2012, 194) (Burke, 2001, 209) (Acun, 2015, 53). Dipnotların artık sayfanın altına inmesi ise daha çok ekonomik sebeplerden olduğu düşünülmektedir. Çünkü özellikle 18. yüzyılda kâğıt fiyatlarının artmasıyla beraber metin yana doğru genişleyip dipnotlar aşağıya alınmıştır. Bu süreçte artık dipnota klasik biçimini veren kişi Edward Gibbon olmuştur. Gibbon 1776 yılında yayınladığı “Roma İmparatorluğunun Gerileyişi ve Çöküşü” adlı eserinde gösterdiği kaynaklarda yazarın adı, eserin adı, cildi, sayfa sayısı gibi bütün ayrıntıları vererek dipnotun evriminde büyük bir rol oynamıştır (Acun, 2015, 63) (Bowersock, 1984, 55-56). Böylece Gibbon, Grafton’un söylediği üzere “Yeni bir zanaatın mucidi olmaktan ziyade mevcut olan bir zanaatın ustası olmuştur” (Grafton, 2012, 102). Avrupa’da dipnot evrimini böyle bir süreçte ilerletirken Osmanlı’da ise bu durum 19. yüzyıla kadar aynı kalmıştır. Aynı kalmakta ki kasıt ise metinlerin sağına ve soluna derkenar olarak adlandırdığımız şekilde notlar düşülmektedir. Bu notlar çok nadirde olsa kaynak göstermekte, metnin daha iyi anlaşılmasını sağlamakta ve konuya farklı yorumlar getirmektedir. Hatta öyle bir duruma gelinmiştir ki şerh’in şerhi yazılmaya başlanmıştır. Bu açıklamalar o kadar büyük hacimli olmuştur ki artık ayrı bir kitap şeklinde yayımlanmıştır. Bu Avrupa da yer alan dipnotun dipnotu gibi Osmanlı’da da şerhin şerhi şeklinde gerçekleşmiştir. Ama bahsettiğim üzere bu tip notlar kaynak verme şeklinde değil daha çok açıklama şeklinde olmuştur. Araştırmalara göre modern anlamda ilk dipnotu 1869 yılında Mustafa Celalettin Paşa “Les Turcs, Anciens et Moderne” adlı eserinde vermiştir (Acun, 2015 ,66). Sonuç olarak 20. yüzyıla gelindiğinde artık dipnot usulleri evrensel anlamda yerleşmiştir. Özellikle 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısından sonra kaynak gösterme şekilleri disiplinler arasında farklı biçimlere evrilmiştir. Örneğin Dil ve Edebiyat için MLA/CMS, Sosyoloji için ASA, Psikoloji için APA, Tıp için NLM gibi dipnot sistemleri oluşturulmaya başlanmıştır.

Şânîzâde ve Voltaire

Bu ödev kapsamında, II. Mahmud devrinde vakanüvislik yapan Şânîzâde Mehmet Ataullah Efendi’nin ele aldığı Tarih-i Şânîzâde adlı eserinde, aydınlanma filozoflarından ünlü tarihçi Voltaire’nin ansiklopedi için yazmış olduğu tarih maddesinden alıntılar yaptığı fakat kaynak olarak göstermediği hususu üzerine bir inceleme yapılacaktır. Bütün bu incelemeden önce yazarların hayat hikayelerine bakmamız olayları anlamlandırmamız açısından bize yardımcı olacaktır.

Şânîzâde Mehmet Ataullah Efendi (1770-1826)

Şânîzâde Mehmet Ataullah Efendi, 1770 yılında İstanbul/Ortaköy’de bir yalıda dünyaya gelmiştir. Babası, fıkıh alanındaki bilgisiyle ünlenen Hacı Mehmet Sadık Efendi’dir. Sadık Efendi Mekke kadılığı görevini ifa ederken hayatını kaybetmiştir (Babinger, 1992, 375) (Şanizade, 2008, 110). Şânîzâde yukarıda kısaca bahsettiğimiz üzere ilmiye sınıfından bir aileye mensuptur. Şânîzâde Mehmet Ataullah Efendi 1785 yılında ilmiyye ruusunu yani diplomasını almıştır. İlmiye sınıfına dahil olmasıyla beraber önce Halıcıoğlu Mühendishanesinde daha sonra Süleymaniye Tıp Medresesinde eğitimine devam etmiştir. Şânîzâde’nin eğitim hayatında hem akli hem de nakli ilimler öğrendiğini bilmekteyiz. Aldığı derslere bakacak olursak: ulum-i cüziyye, mantık, belâgat, kelam, fıkıh, akaid ve tefsir’in yanı sıra Halıcıoğlu Mühendishanesi’nde geometri, coğrafya, aritmetik, cebir ve astronomi gibi dersler görmüştür. Bu dersler Şânîzâde’nin çok yönlülüğüne katkıda bulunmuştur (Erol, 2010, 60) (Erdoğan, 2016, 17). Şânîzâde dini ilimler konusunda Hoca İslâm Efendi’den, akli bilimler hususunda Benlizâde Efendi’den, hat konusunda İsmail Zühdi ve Yesâri Esad Efendiden, Batı dillerini ise dönemin başvekili Ahmed Vefik Paşa’nın büyük babası olan Bulgarzade Yahya Naci Efendi’den öğrenmiştir (Çipiloğlu, 2005, 5). Şânîzâde eğitimi sürecinde ve sonrasında dil öğrenme hususunda gayret götermiştir. Bu dil hususuna yoğunlaşmasının birkaç sebebi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Şânîzâde tıp eğitimine başladığında tababetin artık İbn Sînâ’nın El-Kanun Fi’t-Tıbb adlı eserinden ibaret olmadığını ve Batı’da yazılan kitapları okuması gerektiğini düşünmüştür. İkinci sebep ise kitapların orijinal dillerinde okunması gerektiğini yani çeviri eserlerin pek fazla doğruluk içermediğini söylemiştir. Bu hususlar dil öğrenme konusunda Şânîzâde’yi teşvik etmiştir (Yılmazer, 2008, 52). Daha önceden bildiği Arapça ve Farsça’nın yanı sıra İtalyanca, Fransızca ve Rusça da öğrenmiştir. Dil öğrenim sürecinde yukarıda belirttiğim üzere Bulgarzade Yahya Naci Efendi’nin çok faydası olduğu bilinmektedir. Bunun haricinde ise doğup büyüdüğü Ortaköy’de Rum ve Ermeni aileler içinde oturduğundan dolayı Rumca öğrendiği de düşünülmektedir. Şânîzâde’nin bu kadar çok dil bilmesinden mütevellit 1821 yılında Mora’daki Rum isyanından sonra Divan-ı Humâyun tercümanlığı için (1823) Meclis-i Vükelâ’da ismi geçmiştir. Fakat kendisinin siyasi bir vazifeyi yapabilecek bilgi sahibi olmadığı düşünülerek reddedilmiştir (Yılmazer, 2008, 53) (Kâhya, 1989, 850). Şânîzâde müderrislik hayatından sonra 9 Safer 1235/27 Kasım 1819 yılında dönemin vakanüvisi Mütercim Âsım Efendi İstanbul’da tâundan dolayı hayatına kaybedince, II.Mahmut Şânîzâde Mehmed Ataullah Efendi’yi 15 Safer 1235/3 Aralık 1819’da vakanüvislik görevine atamıştır (Bedizel Zülfikar, 1986, 26). Şânîzâde, II. Mahmut’un cülusundan itibaren (Temmuz 1808) başlayıp Ağustos 1821’e kadar olayları kaleme almıştır. Bu yazdığı esere Tarih-i Şânizade adını vermiştir ve eser 1821 yılında dört cilt halinde basılmıştır (Yılmazel, 2010, 334). 1826 yılına gelindiğinde Şânîzâde, Beşiktaş İlmiye Cemiyetinde dil dersleri vermekteydi. Kendisinin birçok hasımı olduğundan dolayı 15 Haziran 1826’da yeniçeriliğin ilgasıyla beraber Bektaşilikle suçlanmış ve arpalığı olan Tire’ye sürgüne gönderilmiştir. Şânîzâde Tire’de bir yıl kadar yaşayamadan hayatını kaybetmiştir (Yılmazel, 2010, 334).

François Maire Arouet/Voltaire (1694-1778)

Kayıtlarda ismi François Maire Arouet olarak geçen Voltaire 20 Şubat 1694 yılında Paris’te dünyaya gelmiştir. Babası Araoet, noterlik mesleğini icra ederken, soylu bir aileden gelen annesi Marguerite Daumard ise çalışmıyordu (Başarmak, 2019, 39). Voltaire 10 yaşına geldiğinde Cizvit okuluna kayıt olmuştur ve buradan mezun olduktan sonra babası Araoet, Voltaire’nin kendisi gibi hukukçu olmasını istemiştir. Fakat Voltaire’nin edebiyat sevgisi hukukçu olmasının önüne geçmiştir. 20 yaşında babası Voltaire’i La Hey elçisinin yanına gönderir ve işi öğrenip diplomat olmasını ister ama Voltaire yine bu baskıdan hoşlanmaz ve edebiyata devam eder (Başarmak, 2019,39). 1715 yılında Güneş Kral yani 14. Louis ölünce kendisi “14. Louis Yüzyılı” adlı eserini yazar fakat bu eserinde çok fazla hiciv bulunduğundan dolayı 1717 yılında tutuklanıp Bastille hapishanesine gönderilmiştir. İşte bu olaydan mütevellit kendisine kalem manasına gelen Voltaire adını almıştır. Böylece aslında Voltaire yeni bir düşünce temelinde aydınlanma felsefesinin kurucu isimleri arasında yer almıştır (Okumuş, 2008, 37). Diderot ve d’Alembert 1751-1772 arasında aydınlanma felsefesi çerçevesinde doğada dağınık halde bulunan bilgilerin bir araya getirilmesi ve sade bir dilde halkın anlaması için bir ansiklopedi oluşturmuştur. İşte bu ansiklopedide dönemin filozofları çeşitli maddeler yazmışlardır. Bunların sekizinci cildinde tarih maddesini yazan kişi de François Maire Arouet olarak bilinen Voltaire idi (Eldem, 2013, 21). Voltaire bu maddeyi yazdıktan sonra tarih maddesinin sonuna “M. De Voltaire” adlı bir imza da atmıştır. Voltaire daha sonra Büyük Frederich’in davetine mütakabil olarak Berlin’e gitmiş ve burada üç yıl ikamet etmiştir. Son olarak tekrar Paris’e dönen Voltaire 1778 yılında 84 yaşındayken hayatını kaybetmiştir (Okumuş, 2008, 37). Voltaire’nin aydınlanmacı filozof bakış açısından tarih anlayışı ile ilgili daha birçok açıklama yapılabilir fakat bu husus ödevi daha da uzatacağını düşündüğümden dolayı merak edenler özellikle Türkçe yazılmış olan Beşir Fuad’ın Voltaire biyografisini okuyabilirler (Fuad, 2011).

İntihal mi? Konjonktür mü?

Aşağıdaki örnekler aradaki benzerliği görebilmeniz için birebir kaynaklarından alınmıştır. Diderot ve d’Alembert’in yazmış oldukları Ansiklopedi’nin orijinal dili Fransızcadır. Fakat Fransızca bilmediğimden dolayı Ansiklopedi’nin Michigan Üniversitesi tarafından bir proje kapsamında İngilizceye çevrilen versiyonundan yararlandım. Şânîzâde’nin Tarih-i Şânîzâde adlı eserine ise ulaştım ve transkripsiyonunu yapmaya çalıştım. Osmanlıca metnin transkripsiyonunda olmuş olabilecek tüm yazım hataları bana aittir.

Voltaire: The First Record

“There is only one way to know something with certitude about ancient history, and that is to see if there remain any incontestable historical monuments (monumens). We only have three such written records. The first is the collection of astronomical observations assembled over a nineteen-hundred year period in Babylon, sent by Alexander to Greece, and employed in the Almagest of Ptolemy. This succession of observations goes back two thousand two hundred and thirty four years before the common era, and incontrovertibly proves that the Babylonians existed long beforehand as a constituted people: because the arts are only the work of time, and because man's natural laziness left him for thousands of years with no other knowledge and no other talents than feeding himself, defending himself from the climate, and cutting the throats [of his neighbors]. Looking at the Germanic tribes, the English in the time of Caesar, the Tartars of the present day, half of Africa, and all the peoples who we have found in America, excepting, in certain regards, the kingdoms of Peru and Mexico and the republic of Tlaxcala, leads to this conclusion.” (Voltaire, 2006, 220-225)

Şânîzâde: Delil-i Evvel

“Delil-i Evvel: Memleket-i Babilde bin dokuz yüz sene müddette ale’t-tevali mümted ve mütemadi olmuş ersad-ı felekiyyede cem ve kayd olunmuş ahval-i meriyye-i semaviyyedir ki, İskender anları Rum’a nakl ve irsal eylemiştir. Feala heza tarih-i milad-i İsa salavatullahi aleyhi ve ala nebiyyinadan mukaddemi iki bin iki yüz otuz dört seneye said ve baliğ olan bu nazariyyat-ı mukayyide-i heyat-ı semadan ehali-i Babil’in akvam-ı saireden akdem avam-ı kesire ve kurun-i vefire mevcude ve müctemia olmuş idükleri müsteban ve evan-ı merkumede vuku bulmuş olan havadisat-ı azime-i kevniyyeyi kezalik ketb ve zabt edebilmiş oldukları vazıh ve iyan olur zira zuhur-i sanayi-i dakika, la cerem semere-i kesret-i mürur-i zamandır ve tab-ı beşerde bir emr-i tabi’i olan rehavet-i cibilliye anları nice bin sene ancak emr-i taayyüşe iştigalden ve ekdar-ı ruzgar ve sebi ve zebh-i ada ve ağyardan tahaffuza dair amalden başka sanayi ve mearifden elbet bi-behre ve battal bırakmıştır. Kayzeran ve zamanlarında İngiliz ve Cermanya akvamı ve karibü’l ahd de Tatar kavmi ve hala Afrika’nın sülüsanı kadar mahalleri ve Amerika’da bazı suretle Peru memleketi ve Meksika memleketi ve Taliskala cumhurundan maadalarının cümle halkı bu hal üzere bulunup erazi-i mezkurede ne kıraat ve ne kitabet bilür bir ahad bulunur idi” (Şânîzâde, 1867, 7-8).

Voltaire: The Second Record

“The second record (monument) is the complete eclipse of the sun calculated in China two thousand five hundred and fifty five years before the common era, and recognized as true by all of our astronomers. It is necessary to say the same thing about the Chinese [as we said of the peoples of Babylon], who without a doubt composed a vast and well-administered (policé) empire. Yet what places the Chinese above all other peoples of the earth is that neither their laws nor their customs (moeurs), nor the language spoken by their men of letters (lettrés), has changed for roughly four thousand years. However, this nation the oldest of all the peoples who exist today, the one that possessed the most vast and beautiful country, the one that invented practically all of the arts (Arts) before we had even learned a few has always been omitted, up until now, from our so-called universal histories : when a Spaniard and a Frenchman took count of the world's nations, neither failed to call his country the first monarchy of the world.” (Voltaire, 2006, 220-225).

Şânîzâde: Delil-i Sani

“Delil-i Sani: Şemsin küsûf-i merkezisidir ki, diyar-ı Çin’de tarih-i miladdan iki bin yüz elli sene mukaddem mahsub olup hala cümle-i kemele-i erbab-ı heyet ve ehl-i tencim indlerinde sıhhati agleb olmak üzere muteber ve mergubdur. Bu takdirce Çin halkı dahi ehali-i Babil’e muadildir yani ol esnaya kadar anların öyle bir vasi ve azim devleti elbet mürur-i duhur-ı vefire ile tanzim ve tertib ide gelmiş oldukları bi reybdir ve anların böyle faikü’l-emsal ve mahfuz ve marsus olmalarına bais olan husus gerek kanun-i kadimlerinin ve gerek mizaclarının gerekse beynlerinde mütearif ve mahud hurufat ve işaratın natıka oldukları lisanlarının takriben dört bin seneden berü asla ve kata tebeddül ve tegayyür etmeyüp, yeknesakda tekarrür eyledikleridir derler amma gerek Çin ve gerek Hind akvamı hala mevcude olan milel ü düvelin cümlesinden akdem ve henüz bazıları şenide-i sair-i cihaniyan olmazdan mukaddem bu kadar sanayi-i bedia-i garibe icad ve ihtira etmiş ferk-i hünerver ve tavaif-i zarafetşiyem iken, ekser Tevarih-i atika-i efrenciyye ve sairede anların güya kendü devletlerinden muahhar ve muhdes olmak üzere muharrer olmaları (…) makulesi bir emr-i fazıh ve mutlaka bir mubahat-ı batıla ve kizb-i sarihdir” (Şânîzâde, 1867, 8).

Voltaire: The Third Record

“The third record (monument), much inferior to the two others, persists in the marble [friezes] of Arundel: the chronicle of Athens was engraved there two hundred and sixty three years before the common era. Yet it only goes back to Cecrops, thirteen hundred and nineteen years before the date when it was chiseled. This is the only incontestable knowledge that we have of the history of antiquity.” (Voltaire, 2006, 220-225)

Şânîzâde: Delil-i Salis

“Delil-i Salis: Delilin sabıkından edna ve ezafdır. Ve bu delil hala devlet-i aliyye-i ebediyye memalik-i vesiası mütealakatından ve bahr-ı sefid’de kain Bare adasında bulunub Arundel nam beğzadenin İngiltere de Arundel şehrine nakl eylediği sahra-i mermer üzerlerine mankur ve musavver hutut u peykerdir ki anda ba avn ü inayet-i hazret-i haliku’l-beşer yine hala Devlet-i Aliyye-i muzaffer zir-i hükmünde mukarrer ve inde’l kudema meşhur ve muteber ve makarr-ı feylosofan-ı eşher olan Atina şehri’nin tarih-i miladdan iki yüz altmış üç sene akdemi olduğu mankur ve muharrerdir. Lakin elvah-ı mezbure, nakş u hakk olundukları sekrob vaktinden bin üç yüz on sekiz seneden ilerüye sebkat etmeyüp, anın verası mezhul ve meçhuldür” (Şânîzâde, 1867, 8-9).

Sonuç ve Geleceğe Bakış

Şânîzâde Mehmet Ataullah Efendi vakanüvislik görevini icra ederken 1821 yılında tamamladığı Tarih-i Şânîzâde adlı eserinin özellikle mukaddime kısmında 1765 yılında basılan Ansiklopedi’nin sekizinci cildinde Voltaire’e ait olan Tarih maddesinden neredeyse birebir kopyalamalar yaptığı görülmektedir. Bu günümüz etik anlayışı çerçevesinde intihal olarak adlandırılmaktadır. Tabi anakronizm yapmamamız gerekir ama bu Şânîzâde’yi haklı çıkartır mı? tartışmamız gerekmektedir. Fransız ihtilali hakkında saraya layiha sunan Ahmet Atıf Efendi şöyle bir tasvirde bulunmuştur: “Voltaire, Jean-Jacques Rousseau namlarıyla maruf ve meşhur olan zındıklar ve anlar misüllü dehrîlerin eserleriyle husule gelmiş fusk ü fücur cümbüşü” (Karabaşoğlu, 2018, 130). Konjonktürel olarak baktığımız zaman aydınlanma dönemi filozoflarının İslam dünyasında pek itibar görmediği anlaşılmaktadır. Ama bu Şânîzâde’nin intihal yapmayacağı anlamına gelmiyor. Kendisi yukarıda belirttiğim üzere Arapça, Farsça, İtalyanca Fransızca ve Rusça bilmektedir. Ayrıca kendisinin terekesine bakıldığı zaman yabancı lisanda pek çok kitabın kütüphanesinde bulunduğu anlaşılmaktadır (Eldem, 2013, 22). Şânîzâde, Voltaire’den alıntı yapmış fakat herhangi bir yerde herhangi bir not düşmemiştir. Bunun birçok sebebi olabilir. Yukarıda belirttiğim üzere hem kendisinin bir devlet tarihçisi “vakanüvis” olmasının hem de mezkûr dönemde aydınlanma yazarlarının hoş görülmemesinden dolayı Voltaire’a atıf vermemiş olabilir. Mezkûr döneme baktığımızda Avrupa’da dipnot sistemli bir şekilde kullanılırken Osmanlı’da modern anlamda ilk dipnot 19. yüzyılın sonlarına doğru kullanılmıştır. Ama ondan daha evvel metin içerisinde şu yazardan aldım gibi şerhler/haşiyeler veya derkenarlar yazılabiliyordu. Hülâsa Şânîzâde zamanın Avrupa’sında dipnot sistemi olduğunu biliyordu, bu Osmanlı içinde kısmen geçerli durumdaydı. Fakat Şânîzâde her ne sebeple olsun etik bir ihlal yapmıştır. Bu dönemde bir devlet tarihçisi böyle bir şey yapıyorsa diğer yazarlar neler yapmış olabilir? bu apayrı bir sorudur. Son olarak bu inceleme daha fazla genişletilebilir. Şânîzâde’nin diğer eserlerine de bakılması gerekmektedir. Bunun yanı sıra 19. yüzyılda yazılmış ilmi eserlere bakılarak acaba Osmanlı ilmi dünyasında diğer yazarların intihal hususunda ahvali nedir? gibi sorulara cevap aramamız gerekmektedir. Bu bahsettiğim sorular günümüz teknolojisi, özellikle veri madenciliğiyle hızlı bir şekilde çözüme ulaştırılabilir.


Bibliyografya


Acun, Fatma, “Dipnotun Serüveni”, Ötekilerin Peşinde: Ahmet Yaşar Ocak’a Armağan (Haz. Mehmet Öz, Fatih Yeşil), Timaş Yayınları, İstanbul, 2015,53-74.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/9004740/dipnotun-seruveni

Acun, Fatma, “Osmanlı Tarihi Araştırmalarında Dipnotlar”, CIEPO 6. Ara Dönem Sempozyum Bildirileri 14-16 Nisan 2011, 1, Uşak İli Kalkınma Vakfı, Uşak, 2011, 61-70.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51564090/osmanli-tarihi-arastirmalarinda-dipnotlar

Acun, Ramazan, “Tarihi Metinlerden Cevher Çıkartmak: Metin Madenciliği”, Avrupa Tarihinde Türk Eli Doç. Dr. Gümeç Karamuk Armağanı (Ed. Ramazan Acun, Serhat Küçük), Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 2017, 27-38.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/23010873/tarihi-metinlerden-cevher-cikarmak-metin-madenciligi

Aktaş, Kadir, “Etik-Ahlâk İlişkisi ve Etiğin Gelişim Süreci”, Uluslararası Yönetim ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1/2, 2014, 22-32.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/39199503/etik-ahlak-iliskisi-ve-etigin-gelisim-sureci

Babinger, Franz, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri (Çev. Çoşkun Üçok), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/247505/osmanli-tarih-yazarlari-ve-eserleri

Başarmak, Esra, Bir Aydınlanma Düşünürü Olarak Voltaire’de Din ve Devlet İlişkisi, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale, 2019.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51565657/bir-aydinlanma-dusunuru-olarak-voltaire-de-din-ve-devlet-iliskisi

Bowersock, G.W., “The Art of the Footnote”, The American Scholar, 53/1, 1984, 54-62.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51761373/the-art-of-the-footnote

Burke, Peter, Bilginin Toplumsal Tarihi (Çev. Mete Tunçay), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2001.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/281662/bilginin-toplumsal-tarihi

Castells, Manuel, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür: Ağ Toplumunun Yükselişi (Çev. Ebru Kılıç), c.1, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/39207642/ag-toplumunun-yukselisi-enformasyon-cagi-ekonomi-toplum-ve-kultur

Çipiloğlu, Adviye Rabia, Şânîzâde Mehmed Atâullah ve Divanı, Boğaziçi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2005.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51566589/sanizade-mehmed-ataullah-ve-divani

Demirel, İ. Hakkı, Erol, Burçin, Saraç, Cem, Akademik Yazım İhlalleri, TÜBİTAK Yayınları, Ankara, 2011.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/22032615/akademik-yazim-ihlalleri

Eldem, Edhem, “Hayretü’l-Azime fi İntihalati’l-Garibe: Voltaire ve Şânîzâde Mehmed Ataullah Efendi”, Toplumsal Tarih, 237, 2013, 18-28.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51567524/hayretu-l-azime-fi-intihalati-l-garibe-voltaire-ve-sanizade-mehmed-ataullah-efendi

Erdoğan, Mehmet, Şâni-zâde Mehmed Ataullah Efendi: Hayatı, Kişiliği, Eserleri, Etkileri, Osmangazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir, 2016.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51568104/sani-zade-mehmed-ataullah-efendi-hayati-kisiligi-eserleri-etkileri

Erol, Halil İbrahim, Şânîzâde Mehmed Ataullah Efendi’nin Tarih Anlayışı, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2010.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51569233/sanizade-mehmed-ataullah-efendi-nin-tarih-anlayisi

Ertekin, Cumhur, Berker, Nihat, Tolun, Aslıhan, Ülkü, Dinçer vd., Bilimler Araştırmada Etik ve Sorunlar, Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları, Ankara, 2002.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/266658/bilimsel-arastirmada-etik-ve-sorunlari

Fuad, Beşir, Voltaire (Haz. Erdoğan Erbay, Ali Utku), Çizgi Kitabevi, Konya, 2011.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/27110479/voltaire

Grafton, Anthony, Dipnotlar (Çev. Fatma Acun), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2012.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/705913/dipnotlar

Harari, Yuval, Noah, 2018 Davos Konuşması. https://www.youtube.com/watch?v=bg27nJb7Rck (Erişim Tarihi: 17.11.2019)

Kâhya, Esin, “Şânizâde Mehmed Ataullah Efendi”, Erdem, 5/15, 1989, 847-861.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51570109/sanizade-mehmed-ataullah-efendi

Karabaşoğlu, İsa İlkay, Modern Türkçe Edebi Biyografi: Beşir Fuat’ın Victor Hugo ve Voltaire Biyografileri Hakkında Bir İnceleme, Boğaziçi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2018.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51570963/modern-turkce-edebi-biyografi-besir-fuat-in-victor-hugo-ve-voltaire-biyografileri-hakkinda-bir-inceleme

Okumuş, Ernail, Onsekizinci Yüzyılda Deizm ve Voltaire, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2008.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51571899/onsekizinci-yuzyilda-deizm-ve-voltaire

Özer, Süleyman, Büyük Veri Teknolojileri ve Veri Madenciliği Yöntemleri ile Medikal Veri Analizi, Marmara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2019.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51572775/buyuk-veri-teknolojileri-ve-veri-madenciligi-yontemleri-ile-medikal-veri-analizi

Sami, Şemsettin, Kâmûs-i Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2014.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/295959/kamus-i-turki

Şânîzâde Mehmed Atâ’ullah Efendi, Tarih-i Şânîzâde, Süleyman Efendi Matbaası, İstanbul, 1867.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51573098/tarih-i-sanizade

Şânîzâde Mehmed Atâ’ullah Efendi, Şânî-zâde Târîhi 1223-1237/ 1808-1821 (Haz. Ziya Yılmazer), c.1-2, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2008.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/30719579/sani-zade-tarihi-i-ii-osmanli-tarihi-1223-1237-1808-1821

Türk Dil Kurumu Sözlüğü, https://sozluk.gov.tr (Erişim Tarihi:17.11.2019)

Voltaire, [François-Marie Arouet] de. “History” (Translated by Jeremy Caradonna), The Encylopedia of Diderot&d’Alembert, vol.8, University of Michigan Press, Michigan, 2006, 220-225.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51574166/history

Yılmazer, Ziya, “Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi”, TDVİA, 38, 2010, 334-336.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51575020/sanizade-mehmed-ataullah-efendi

Zülfikar Bedizel, Mükerrem, Tabîp Şânî-zâde Mehmed Atâullah: Hayatı ve Eserleri, İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1986.
http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/51575751/tabip-sani-zade-mehmed-ataullah-hayati-ve-eserleri
Şeyda Şerife Gül 28 Şubat 2015 Cumartesi 22:54
Sayın Hocam, Sevgili Grup Üyeleri, Pozitivist Tarih Anlayışı ile ilgili yazdığım ve derste bahsettiğim yazıyı aşağıda bulabilirsiniz. Kolay gelsin, İyi çalışmalar.
DÜZENLEME: Kaynakçada bahsedilen eserlerin linkleri verilmiştir.

GİRİŞ
Tarihçilik, bilimsellik açısından en büyük ilerlemesini 19. yüzyılda yapmıştır. Bu çalışmamızda 19. Yüzyılda olguların gözlemlenmesinden yola çıkılarak hazırlanan doğa bilimleri yöntemlerini sosyal bilimlere aktarmak isteyen pozitivist yaklaşımı ortaya koymaya çalıştık. Çalışmamız, Pozitivist Tarih Yaklaşımı başlığı altında incelenmekte olup iki bölüm halinde ele alınacaktır. İlk bölümde tarih felsefesinin ne olduğuna kısaca değinildikten sonra ikinci bölüm pozitivist tarih anlayışı başlığı altında pozitivizmin ne olduğu ve pozitivist tarih anlayışının nasıl bir metot olduğundan bahsedilmiştir. Bunları yaparken ise ansiklopedi, araştırmalar, dergilerden yararlanılmıştır. Başta Zeki Velidi Togan’ın eseri olmak üzere, kaynakçada belirtilen bu konu ile ilgili araştırmacıların eserlerinden yararlanılmıştır.
Çalışmamızda 19. yüzyılda ortaya çıkan önemli metotlardan biri olan pozitivist tarih yaklaşımının nasıl bir metot olduğunun anlaşılması hedeflenmiştir.

I.BÖLÜM:
TARİH FELSEFESİ
Tarih felsefesi nedir? Tarih felsefesi insan topluluklarının değişmesini ve tekâmülünü idare eden genel kanunların araştırılmasına yahut bu evrimin anlamı ve insanlığı geleceği üzerinde fikirler ileri sürülmesidir. Daha geniş anlamıyla felsefe tarihinin nedenlerini, ilke alarak tarihî hadiselerin genel sebeplerinin açıklanmasıdır. Tarih felsefesi iki anlamı bulunmakla birlikte ilki, dünya tarihine yönelen bir felsefe uğraşıdır. İkinci anlamı tarihsel bilgi eleştirisidir. Tarih felsefesi teorileri zaman içerisinde oluşmuştur. Bu yaklaşımlardan biri olan, pozitivist tarih yaklaşımını size açıklayacağım.
II. BÖLÜM:
POZİTİVİST TARİH ANLAYIŞI
A. POZİTİVİZM
Öncelikle pozitivizm kavramına değinmek istiyorum. Pozitivizm İslam Ansiklopedisine göre geçerli bilgiyi olguların bilgisinden ibaret gören ve metafizikle dinî bilgiyi geçersiz sayan felsefe akımı olarak tanımlanmaktadır. Bir başka tanımda ise, pozitivizm (olguculuk) doğru bilgiye olayların incelenmesiyle ulaşılabileceğini ve bu tür bilgileri yalnızca deneysel bilimlerin sağlayabileceğini ileri süren bir felsefe sistemi olarak açıklanmaktadır. Pozitivizm Fransızca “positif” kelimesinden türetilmiştir. Positif, “gerçek, olgu, kesin, kanıtlanmış, olumlu” gibi anlamlara sahiptir. Terimi ilk defa sosyalist düşünür Claude Henri de Saint Simon kullanmıştır. Pozitivizmin kendi adıyla bir teori haline gelmesinde en büyük pay, hiç kuşkusuz Auguste Comte’undur. Auguste Comte 1798-1857 yılları arasında yaşamını sürdürmüştür. Mark Gılderhus’un Comte’un felsefesi ve şahsı hakkında söyledikleri ise şöyledir:
“Comte’un felsefesi, bir dereceye kadar -bir kısmı biraz acayip olan- kişisel tecrübelerinden neşet etmişti. Gerçekten de o, periyodik delilik nöbetlerinin birinden muzdaripken, temel bir prensip olan Üç Aşamanın Kuralları’nı oluşturan temel kavrayışları elde etmişti. Çocukken yaşadığı mutsuz aile hayatının kurbanı olan Comte, Paris, Ecole Polytechnigue’te matematik okumak üzere evden kaçmış, Roma Katolikliğini terk etmiş ve uzun süre Fransız ütopyacı sosyalist Henri de Saint – Simon’un etkisinde kalmıştır. Dengesizlik ve tuhaflık düzeyinin, daima Comte’un özel hayatına yansımasına ve bir insanlık dinine bağlılığı gibi, kimi zaman, dindarlığın sıra dışı biçimlerinde ifadelerde bulunmasına rağmen o, pozitivizm adı verilen engin bir felsefî sistem ortaya koyabilecek entelektüel zenginliğe sahipti.”
Ayrıca Pozitivizmin tarihsel kökeni itibariyle genel olarak Aydınlanmacı düşünürlere kadar geriye gidebilir. Pozitivizm 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tüm Avrupa’da yaygınlık kazanmıştır. 19.yüzyılda sosyal pozitivizm ve evrimci pozitivizm olarak iki farklı kola ayrılmıştır.
Comte tarafından kurulan sosyal pozitivizm bilimin yöntemini ve sonuçlarını kullanmak suretiyle daha âdil bir sosyal örgütlenmenin sağlanabileceği düşüncesine dayanmaktadır. Öncülüğünü İngiliz filozofu Herbert Spencer’ın yaptığı evrimci pozitivizm ise toplum ve tarih kavramı üzerine değil, doğa kavramı üzerine temellendirilmiş olup özellikle fizik ve biyoloji alanlarını esas almıştır.

B. POZİTİVİST TARİH ANLAYIŞI
Tarihte Pozitivizm, tarih araştırmalarında toplumsal ve tabii ilimler yolunu izlemek fikrinden ortaya çıkmıştır. Comte’un 1839’da yayımlanan “Cours de Philosophie Positive” isimli eseri ile pozitivizm görüşü belirginleşmiş ve tarihte tabiatüstü etkenlerin tesirini tanımlamaktadır.
Comte’un oluşturduğu düşünsel dizge tarihle ilişkilidir. Gerçi Comte’un, kendi bilimler dizgesi içinde tarih adıyla bir bilime yer vermemesine ve onun yerine sosyolojiyi geçirmesine karşın, özellikle ilerleme düşüncesini içeren sosyal dinamiğin anlaşılabilmesi için tarih bir yöntem olarak kullanılmıştır. Tarih, Comte’un tasarımında, hem bir araç hem de bir üst belirleyici olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihsel yöntemi kullanan toplumbilimci insanlığın gelişiminin yasalarını araştırır. Comte toplum bilimini, doğa bilim tipine göre konumlandırır.
Comte’un “Üç Hal Yasası’na” göre; insanlık üç aşamadan geçer:
1.Teolojik Aşama: İnsanlık doğal olguları doğaüstü güçlerin bir eseri olarak görmektedir.
2.Metafizik Aşama: İnsanlık doğal olguları birtakım soyut güçlerin eseri olarak görmektedir.
3.Pozitif Aşama: Doğal olguların fizik ötesine atıfta bulunan mutlak sebeplerini araştırmayı terk ederek olguların işleyişini yöneten doğa yasalarını keşfetmeye yöneltmektedir.
Bu aşamalar insanlık tarihine ait ilerlemenin zorunluluğunu ifade etmektedir.
Comte’a göre insan topluluklarının geçirdikleri devirler, sosyopsikolojik şartlara göre ortaya çıkar. Bir ülke halkının uygarlık tarihi içinde geçirdiği devirlerin mahiyeti insanlık tarihinin gelişimi ile karşılaştırılarak anlaşılabilir. Comte, tarihte kişilerin rol ve etkilerine çok fazla yer vermez. Ona göre kişilere fazla önem verilerek yazılan tarihî eserler roman niteliğindedir. Tarihte ilmî bir çalışma yapabilmek ancak olayların ortaya çıkış sebeplerini ve olaylara etki eden faktörleri doğru bir şekilde incelemek ve anlamakla mümkün kılınabilir.
Pozitivizmin tarih pratiği açısından doğuracağı sonuçlar açıktır. Tarihçinin ilk görevi, geçmiş hakkında olguya dayalı bilgi toplamaktır; birincil kaynaklara eleştirel yöntem uygulayarak doğrulanmış olgulardır bunlar ve geçmişin nasıl açıklanacağını ya da yorumlanacağını belirler. Bu süreçte tarihçilerin inançlarına ve değerlerine yer yoktur; onları ilgilendiren yegâne şey olgular ve olgulardan mantıksal olarak çıkan genellemelerdir. Pozitivist tarihçilerin nasıl çalışacağı konusunda Mark Gılderhus’un belirttikleri ise şöyledir:
“ Pozitivist aşamada ilk ya da son sebep üzerinde gereksiz spekülasyonlara gerek duyulmayacaktı. Tarihçiler bunun yerine, pozitivist prensipleri kullanarak tüm dikkatlerini, bilinebilir konular üzerinde yoğunlaştıracak ve olaylar arasında değişmez ilişkileri ileri süren kanunvârî düzenlemeleri aydınlatmaya çalışacaklardı. Sırayla gerçekleşecek olan bu aşamalar, teolojik ya da metafizik tahminlere değil, gerçek dünyanın deneysel gözlemlerine dayanacaktı.”
Tarihin sadece pozitivist bir biçimde yorumlanması pozitivist tarihçiler elinde, Avrupa merkezli siyasal eğilimlerin önemli bir aracı haline gelmiştir. Auguste Comte’un gözünde tarihin başlangıcı tarihin başlangıç noktası Avrupa deneyimi idi; dışsal olaylar, olgular, bilimsel veriler hepsi de bu coğrafi bölgeden kaynaklanıyordu. Ayrıca, 19. Yüzyıl pozitivist tarihçileri olayların gelişiminde genel yasalar arıyordu. Bu düşünce biçiminin siyasal anlamı “en ileri halkların gelişimi” ekseninin incelenmesidir.
Pozitivist tarihin hata ve eksikliklerine değinecek olursak:
Pozitivizm, tarihi de doğa bilim modeline göre kurmak isterken, büyük ölçüde dayandığı F. Bacon’ın düşüncelerinden birisini atlamıştır. Bacon, doğal olgular ve tarihsel olaylar arasında tam bir ayırım yapıyor ve “bilim” in rastlantısal ve düzensiz olaylar yığını olarak tarihsel olayları konu olarak alamayacağını, bu yüzden onun yasalar elde etmeye elverişli düzenli doğal olgular üzerinde kurulabileceğini belirtmişti ve bu nedenle historia’yı bilimler sisteminin dışına bırakmıştı.
Bacon’a rağmen, 19. Yüzyıl pozitivizmi, doğa bilimlerine duyulan büyük güvenle, tarihi de bir “yasa bilimi” olarak konumlamak istemiştir. A. Comte’a göre böyle bir bilim,
“ tüm geçmişi, bireysel ve kolektif doğamızın bağlı olduğu sabit yasalara göre sağın (eksakt) olarak açıklama” yı hedef edinecektir. Böyle bir bilim tüm tarihsel olayları bu yasalara bağlı bir gelişim içinde ele alacak ve “tüm büyük tarih çağlarını” bu temel gelişimin belirli evreleri olarak betimleyecektir.” Ama böyle bir “yasa bilimi”, artık klasik anlamıyla histografya değil, bir sosyoloji olabilir. Gerçekten de Comte, kendi bilimler sistemi içinde tarih adıyla bir bilime yer vermez; onun sisteminde tarihin yerini sosyoloji alır.
Böylece tarih araştırmaları doğal bilimlerle eşit olarak değerlendirilebilirdi. Yeni toplum bilimi ayrıca tarih eğitiminin de çerçevesini çizecekti. Bu açıdan bakıldığında pozitivist bir düşünür, pozitivist anlamda ayrılmış ve atomik bir niteliğe sahip olan ve kişinin dışında kalan olgular hakkında fikir yürütmemelidir. Tarihin hammaddesini bir laboratuar bulgusu ya da bir araç haline getirmek, pozitivisti dışsal olaylara öncelik tanımaya itti ve bunun sonucunda düşünce tarihinin bizzat kendisinin doğrudan ya da dolaylı olarak olaylara neden olduğunu kabul edemez hale geldi. İşte bu nedenledir ki pozitivist tarihçilik, eski usulün etkisiyle tarihi siyaset tarihi ile özdeş görme hatasına düştü ve sanat, din ve bilim tarihini göz ardı etti. Ayrıca şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Pozitivizm romantik akımı reddeden bir yaklaşım olarak yorumlanmamalıdır. Çünkü pozitivist tarihçilik akımı romantizmin katkılarıyla şekillenmiştir.
Comte’un sınıflandırmasına göre tarihin kronolojik ilerlemeci aşamaları, yani teolojik, metafizik ve bilimsel aşamalar günümüz dünyası ülkelerinin coğrafi, toplumsal ve kültürel koşullarına uymaktadır. Bu ülkelerin özgünlüğü ancak perfectionnement ( eksiksizleşme) derecelerine gönderme yaparak belirlenebilmektedir. Böylece tarihin en önemli bir özelliği olan zaman kavramı, bilimsel görecelik içinde anlamını yitirmektedir. Bu nedenle de ortaya şu sonuç çıkmaktadır: geçmiş ancak bugüne dikkatlerimizi yoğunlaştırmak amacıyla çalışılır.
19. yüzyılda Osmanlı aydını Batı felsefesinde iki karşıt akım olan Alman idealizmi ve Fransız Pozitivizmi karşısında tercihini pozitivizmden yana kullanmıştır. Sosyolojinin ülkemizde kabul görmesinin en önemli sebebi bütün Osmanlı aydınının, Batılıların hasta adam dediği Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarma düşüncesiydi.
Bu dönemde: Prens Sabahattin Le Play sosyolojisini, Ahmet Rıza Comte’nin pozitivist sosyolojisini, Ziya Gökalp Emile Durkheim sosyolojisinin takipçileri oldular. Bu dönemde Ahmet Vefik Paşa, Rıza Tevfik ve Cavit Bey tarihe pozitif gözle bakmaya çalışmışlardır. Bedri Nuri ve Mustafa Satı ‘da Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası adlı aynı dergide pozitif anlayışın gelişmesi ve yaygınlaşması için çaba sarf ettiler. Ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyeti de Comte’un fikirlerinden etkilenmiş ve “ Progress et Unitte” düşüncesinden ismini almıştır. Tarih bağlamında Osmanlı pozitivistleri üzerinde Gustave Le Bon etkili olmuştur.
Cumhuriyet’in tarih anlayışı, bu gelenek üzerine inşa edildi. Bu Pozitivist aydınlanmacı tarih yaklaşımının Türkiye’de ilk temsilcileri Cumhuriyet’in ilk tarihçi kuşağından Enver Ziya Karal, Bekir Sıtkı Baykal, Reşat Kaynar ve Tarık Zafer Tunaya’dır. Bu tarihçiler, Osmanlı son dönemini pozitivist aydınlanmacı bir tarzda ele alıp incelemişlerdir.
19. yüzyıl pozitivizminde, bir yandan Comte’da olduğu gibi tüm tarihi evrelere bölen ve ilerleme düşüncesinin egemen olduğu bir bütüncül tarih felsefesine rastlanırken; öbür yandan tarih yazıcılığını doğa bilimi örneğine göre bir yasa bilimi olarak kurma eğilimi ağır basar. Ama her iki durumda da, yani hem tarih felsefesi düzleminde, hem de tarih biliminin felsefesi düzleminde, 19. Yüzyıl pozitivizminde de, Almanya’da olduğu gibi, başlıca sorunun theoria- historia karşıtlığını aşmak olduğu söylenebilir. Bu aşma denemesi Almanya’da daha çok bir “rasyonalist İdealizm” ile yapılırken, 19. Yüzyıl pozitivizmi, doğa bilimini örnek alan bir “tarihsel natüralizm” e başvurur.




SONUÇ
Tarih araştırmaları yapılırken, kullanılan metodolojik yöntemler önem arz etmektedir. Çalışmamız pozitivist tarih yaklaşımının kapsamı, yönteminin ne olduğu üzerinedir. Pozitivistler, özel ya da bireysel olaylara yoğunlaşmaktan ziyade, dikkatlerini insanî işlerin birliği ve benzerliği üzerinde yoğunlaşmışlar ve böylece aynı tür deneyimler birbirine bağlayan değişmez ilişkileri kurmuşlardır. Bilimin rastlantıya ve düzensiz tarihsel yığınlarına dayalı olarak yapılamayacağı, ancak yasalar elde etmeye elverişli düzenlilikler içinde geliştirilebileceği ve adlarla dolu tarih düşüncesinin işe yaramayacağını savunan, Auguste Comte’un eserleri ile doruğa ulaşan pozitivizm, pozitivist tarih anlayışı, pratiği eksiklikleri, iyi yönleri, sınırlılıkları hangi tarihçilerin bu yaklaşımı takip ettiği değinilmiştir.
Çalışmamızdan hareketle pozitivizm, pozitivist tarih yaklaşımının nasıl bir metot olduğunun ve nasıl bir çalışma ele alınabileceğinin sonucu çıkarılabilir.

DİPNOTLAR

1 İsmail Özçelik, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler, Nobel Yayınları, Ankara 2011, s.32.
2 Veysel Sönmez, “ Auguste Comte (1798-1857) Pozitivizm (Olguculuk)” Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi, sayı:3 (2010), s.161.
3 Mark Gılderhus, Tarih ve Tarihçiler Tarih Yazıcılığına Giriş, çev: Emine Sonnur Özcan, Birleşik Yayınevi, Ankara 2011,s.97.
4 İlhan Kutluer, “Pozitivizm”, İslam Ansiklopedisi, C.34, TDV Yayın ve Matbaacılık, Ankara 2003, s.335.
5 Kubilay Aysevener – E. Müge Barutca, Tarih Felsefesi, Cem Yayınevi, İstanbul 2003, s.58-59.
6 İsmail Özçelik, a.g.e, s.35.
7 John Tosh, Tarihin Peşinde, çev: Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları (3. Baskı), İstanbul 2008, s. 130.
8 Mark Gılderhus, a.g.e., s.98.
9 Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, İnkılâp Yayınları (8.Baskı), İstanbul 2004, s.151.
10 Büşra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih Türkiye’de “Resmi Tarih” Tezinin Oluşumu (1929-1937), Afa Yayınları, İstanbul 1992, s.30.
11 Büşra Ersanlı Behar, a.g.e, s.30-31.
12 Doğan Özlem, a.g.e, s.153.

KAYNAKÇA:
BEHAR ERSANLI, Büşra, İktidar ve Tarih Türkiye’de “Resmi Tarih” Tezinin Oluşumu (1929-1937) Afa Yayıncılık, İstanbul,1992 http://www.kaynakca.info/eser/295211/iktidar-ve-tarih-turkiye-de-resmi-tarih-tezinin-olusumu-1929-1937
GILDERHUS, Mark, Tarih ve Tarihçiler Tarih Yazıcılığına Giriş, Çeviren: Emine Sonnur Özcan, Birleşik Yayınevi, Ankara, 2011
KUTLUER, İlhan, “Pozitivizm”, İslam Ansiklopedisi, C.34,TDV Yayın ve Matbaacılık, Ankara, 2003 http://www.kaynakca.info/eser/239568/diyanet-islam-ansiklopedisi
ÖZBARAN, Salih, Tarih, Tarihçi Ve Toplum, Tarih Vakfı Yurt Yayınları(2.Baskı), İstanbul,2005 http://www.kaynakca.info/eser/275897/tarih-tarihci-ve-toplum
ÖZÇELİK, İsmail, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler, Nobel Yayınları, Ankara, 2011 http://www.kaynakca.info/eser/296978/tarih-arastirmalarinda-yontem-ve-teknikler
ÖZLEM, Doğan, Tarih Felsefesi İnkılâp Yayınları (8.Baskı), İstanbul,2004 http://www.kaynakca.info/eser/290162/tarih-felsefesi
SÖNMEZ, Veysel, “ Auguste Comte (1798-1857) Pozitivizm (Olguculuk)” Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi, sayı:3 (2010)
ŞİMŞEK, Ahmet, Tarih Nasıl Yazılır? Tarihçi Kitabevi, İstanbul, 2011 http://www.kaynakca.info/eser/942276/tarih-nasil-yazilir
TOGAN, Zeki Velidi, Tarihte Usul, Enderun Yayınevi(4. Baskı), İstanbul,1985 http://www.kaynakca.info/eser/1271285/tarihte-usul
TOSH, John, Tarihin Peşinde, Çeviren: Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları (3. Baskı), İstanbul, 2008 http://www.kaynakca.info/eser/272989/tarihin-pesinde


NOT: Yukarıda bahsi geçen yazarlara aşağıdaki linklerden ulaşılabilir.

Ziya GÖKALP = http://www.kaynakca.info/kisi/79634/ziya-gokalp
Enver Ziya KARAL = http://www.kaynakca.info/kisi/77357/enver-ziya-karal
Tarık Zafer TUNAYA = http://www.kaynakca.info/kisi/110140/tarik-zafer-tunaya

Tüm yorumlar